Bu, orijinali İngilizce olan bir sayfanın çevirisidir.

Bilgisayar Ağları Çağında Telif Hakları ve Küreselleşme

Aşağıdaki metin MIT İletişim Forumunda 19 Nisan 2001 Perşembe günü 17:00 - 19:00 saatleri arasında yapılan konuşmanın düzenlenmiş çözümlemesidir.


DAVID THORBURN, yönetici: Bugünkü konuşmacımız, Richard Stallman, bilgisayar dünyasında efsanevi bir şahsiyettir ve kürsüyü onunla paylaşmak için muhatap bulma çalışmalarındaki tecrübem öğreticiydi. Seçkin bir MIT profesörü bana, Stallman’ın Kutsal Kitaba ait (bir çeşit Eski Vasiyetname anekdot-dersindeki) bir hikayedeki karizmatik bir şahsiyet olarak anlaşılması gerektiğini söylemişti. “Bir Musa ya da Yeremya, daha çok bir Yeremya hayal edin” dedi. Ben de “Evet, bu çok hayranlık duyulacak bir şey.” Kulağa harika geliyor. Dünyaya yaptığı katkı bana oldukça önemli geliyor. O zaman sahneyi onunla paylaşma konusunda niçin isteksizsin?” Yanıtı şu şekildeydi: “Yeremya veya Musa gibi, beni kolayca yenecektir. Onunla aynı panelde bulunmayacağım ama hepimize gerçekten deyardım etmiş olan dünyadaki yaşayan beş kişinin isimlerini soracak olursanız, Richard Stallman onlardan biri olurdu.”

RICHARD STALLMAN: Konunun ne olduğunun açık olmaması durumunda, bu forumun niçin internet yayını şeklinde olmasını reddettiğimi açıklayarak başlayayım: İnternet yayını için kullandıkları yazılım, kullanıcının yayını almak için belirli yazılımları indirmesini gerektirmektedir. Söz konusu yazılım özgür yazılım değildir. Sıfır fiyata sahiptir ancak yalnızca çalıştırılabilir biçimdedir, başka bir deyişle, gizemli bir sayı dizisinden ibarettir.

Ne yaptığı gizlidir. Bu yazılımı çalıştıramazsınız, değiştiremezsiniz ve kesinlikle kendi değiştirilmiş sürümünüzü yayınlayamazsınız. Ve bunlar, “özgür yazılım”ın tanımı için önemli özgürlükler arasındadır.

Bu nedende, özgür yazılım için dürüst bir savunucu olacaksam, konuşmalar yapıp daha sonra özgür olmayan yazılımı kullanmaları için insanlara baskı yapamam. Kendi sunduğum gerekçeleri baltalıyor olurum. İlkelerimi ciddi bir şekilde ele aldığımı göstermezsem, başka hiç kimsenin bunları ciddi bir şekilde ele almasını bekleyemem.

Ancak, bu konuşma özgür yazılım hakkında değildir. Yıllarca özgür yazılım hareketi üzerinde çalıştıktan ve insanlar GNU işletim sisteminin bazı parçalarını kullanmaya başladıktan sonra, insanların bana şu soruyu sormaya başladığı konuşmaları yapmak için davet edilmeye başlandım: “Yazılım kullanıcıları için olan fikirler nasıl diğer şeylere için de genelleştirilir?”

Ve tabi ki, insanlar şu gibi aptalca soruları da sordular: “Donanım da özgür olmalı mıdır?” “Bu mikrofon da özgür olmalı mıdır?”

Bu ne anlama gelmektedir? Bu, kopyalama ve değiştirme hakkına sahip olmanız gerektiği anlamına mı gelmektedir? Değiştirme söz konusu olduğunda, mikrofonu satın alırsanız, kimse değiştirmenize engel olmayacaktır. Kopyalama söz konusu olduğunda, mikrofon zaten kopyalanabilir bir şey değildir. Uzay Yolu filminin dışında, bu gibi şeyler gerçek hayatta olamaz. Belki bir gün, nano-teknik analizörler ve assembler'lar var olacaktır ve fiziksel bir nesnenin kopyalanması mümkün olacaktır ve o zaman bu gibi fiziksel nesnelerin kopyalanıp kopyalanmaması hususu önemli olmaya başlayacaktır. İnsanların gıdaları kopyalamasını engellemeye çalışan tarım işi yapan firmaları göreceksiniz ve bu teknolojik özellik var olacak olursa, bu, büyük bir politik konu olacaktır. Bunun olup olmayacağını bilmiyorum; bu, yalnızca şu andaki bir tahmindir.

Ancak diğer bilgi tipleri için, bu konu genişletilebilir çünkü bir bilgisayarda saklanabilen her türlü bilgi kopyalanabilir ve değiştirilebilir. Bu nedenle, özgür yazılımın etik hususları ve kullanıcıların yazılımı kopyalama ve değiştirme hakkı hususları, yayınlanan diğer bilgi tiplerine ilişkin sorularla aynıdır. Örneğin, kişisel bilgiler gibi özel bilgiler hakkında konuşmuyorum, bu gibi bilgilerin kamuya hiçbir zaman açılmaması gerekir. Gizli tutulması gerekmeyen yayınlanan şeylerin kopyalarına sahip olması durumunda sahip olmanız gereken haklardan bahsediyorum.

Konu üzerindeki fikirlerimi açıklamak için, bilginin dağıtılmasının ve telif hakkının tarihini özetlemek istiyorum. Eski dünyada, kitaplar kalemle ve elle yazılmaktaydı ve okuma yazmayı bilen herkes mümkün olabildiğince bu kitapları kopyalayabiliyorlardı. Bunu tüm gün yapan birileri, bu konuda daha iyi olmayı bir şekilde öğrenirdi ancak diğerleri ile aralarında devasa bir fark yoktu. Kopyalar her bir kerede bir tane yapıldığı için, büyük bir ekonomik ölçek yoktu. On tane kopyanın hazırlanması bir tane kopyanın hazırlanmasının on katı zaman alıyordu. Ayrıca bir merkezileştirme zorlaması da yoktu, bir kitap herhangi bir yerde kopyalanabilirdi.

Bu teknolojiden dolayı, kopyaların birbiriyle tamamen aynı olması zorunlu olmadığı için, eski dünyada, bir kitabın kopyalanması ile yazılması arasında aynı toplam fark yoktu. Arada anlamlı olan şeyler vardır. Yazarın fikrini anlıyorlardı, örneğin bu oyunun Sofokles tarafından yazılmış olduğunu biliyorlardı ancak bir kitabın yazılmasıyla kopyalanması arasında yapabileceğiniz başka yararlı şeyler vardı. Örneğin, bir kitabın bir parçasını kopyalayıp daha sonra bazı yeni sözcükler ve daha sonra bazı yeni sözcükler yazabiliyordunuz. Bu “bir yorum yazılması” olarak adlandırılmaktaydı. Bu yaygın bir şeydi ve bu yorumlar takdir görüyordu.

Bir kitaptan bir pasaj kopyalayıp daha sonra bazı başka sözcükler yazıp ve başka bir kitaptan bir pasaj kopyalayıp ve daha sonra biraz daha bir şeyler yazıp kopyalama yapabilirdiniz, böylece kısa ve detaylı bir özet oluşturabilirdiniz. Kısa ve detaylı özetler çok da yararlıydı. Kaybolan bazı çalışmalar vardır ancak diğer kitaplarda bu kitapların alıntıları mevcuttur, bu kitaplar orijinalden daha popüler olmuştur. Belki de bunun nedeni en ilginç kısımların alınmasıdır. İnsanlar bunların çok sayıda kopyasını oluşturmuştur ancak orijinali kopyalamakla uğraşmamışlardır çünkü orijinali yeterince ilginç değildir.

Şimdiye kadar anlatabildiklerimle, eski dünyada telif hakkı diye bir şey yoktu. Bir kitabı kopyalamak isteyen herkes, kitabı kopyalayabiliyordu. Daha sonra, matbaacılık gelişti ve kitaplar matbaada kopyalanmaya başlandı. Öyleyse, matbaa tipi kopyalama, yalnızca kopyalamanın kolaylaşmasındaki niceliksel bir gelişme değildi. Farklı kopyalama çeşitlerini farklı bir şekilde etkiledi çünkü ekonomik açıdan gelişme sağladı. Yazıyı ayarlamak büyük bir çalışma ve sayfanın özdeş kopyalarını oluşturmak daha kolay bir çalışmaydı. Sonuçta kitapların kopyalanması merkezileşmiş, büyük hacimli bir üretim çalışması haline gelmiştir. Belirli herhangi bir kitabın kopyaları genellikle yalnızca birkaç yerde yapılmaktaydı.

Bu ayrıca sıradan okuyucuların kitapları etkin bir şekilde kopyalamadığı anlamına da gelmekteydi, eğer bir matbaaya sahipseniz bunu yapabilirdiniz. Bu nedenle bu, endüstriyel bir eylemdi.

Matbaanın ilk birkaç yüzyılında, baskılı kitaplar elle kopyalamanın yerine tamamen geçmemiştir. Elle kopyalanan kitaplar hâlâ yapılmaktaydı, bazen zengin insanlar ve bazen de fakir insanlar tarafından bu yapılmaktaydı. Zengin insanlar bunu yapmaktaydı çünkü özellikle çok güzel olan bir kopyayla ne kadar zengin olduklarını göstereceklerdi ve fakir insanlar bunu yapmaktaydı çünkü baskılı bir kopyayı alacak kadar paraları yoktu ancak elle kopyalama yapacak kadar vakitleri vardı. Şarkıda da söylendiği gibi, “Tek sahip olduğunuz şey vakitse, vakit nakit değildir.”

Bu nedenle, elle kopyalama belirli bir dereceye kadar hâlâ yapılmaktaydı. Sanırım 1800'li yıllarda baskılı kitaplar, okuryazar fakir insanların bile satın alabilecekleri kadar ucuzladı.

Böylelikle telif hakkı matbaayla birlikte gelişti ve matbaa teknolojisiyle endüstriyel düzenin etkisine sahip oldu. Okuyucuların yapabileceklerini kısıtlamadı; yayıncıları ve yazarları kısıtladı. İngiltere’deki telif hakkı başlangıçta bir sansür biçimindeydi. Kitabı yayınlamak için hükümetten izin almanız gerekiyordu. Ancak zamanla bu fikir değişti. A.B.D. Anayasası zamanında, insanlar, farklı bir telif hakkı amacı fikrine ulaştı ve zannediyorum ki, bu fikir İngiltere’de de kabul gördü.

AB.D. Anayasası için, yazarların bir telif hakkı ile yetkilendirilmesi önerildi, bu, kitaplarının kopyalanması üzerindeki bir tekeldi. Bu öneri reddedildi. Bunun yerine çok daha farklı bir öneri benimsendi, bu öneri şuydu: ilerlemenin devam etmesi için, Kongre, bu tekelleri yaratacak bir telif hakkı sistemi kurabilirdi. Bu nedenle A.B.D. anayasasına göre tekeller, sahiplerinin iyiliği için değil, bilimin ilerlemesi için varlardı. Tekeller, halka hizmet eden bir şeyler yapma yönünde davranışlarını iyileştirmeleri için yazarlara verildi.

Yani amaç, insanların okuyabilmesi için daha fazla kitabın yazılması ve basılmasıydı. Ve bu [telif hakkının] edebi etkinliği artırmaya ve bilimsel alanda ve diğer alanlardaki yazıların artmasına katkıda bulunduğuna ve toplumun da bundan bir şeyler öğrendiğine inanıldı. Hizmet edilecek olan amaç da budur. Özel tekellerin oluşturulması yalnızca bir amaca ilişkin bir araçtır ve bu nihai hedef halka ilişkin bir hedeftir.

Matbaa çağındaki telif hakkı temelde zararsızdı çünkü bu, endüstriyel bir düzenlemeydi. Telif hakkı o zamanlar yalnızca yayıncıların ve yazarların etkinliklerini kısıtlamaktaydı. Katı bir anlamda, bir bakıma elle kitapları kopyalayan fakir insanlar da telif hakkını çiğniyorlardı. Ancak hiç kimse hiçbir zaman telif hakkını onlara dayatmamıştı çünkü telif hakkı endüstriyel bir düzenleme olarak anlaşılmaktaydı.

Matbaa çağındaki telif hakkının uygulanması da kolaydı, çünkü telif hakkı yayıncı ve yayıncıların var olduğu zamanlarda uygulanmalıydı ve yapı olarak yayıncılar, kendilerini görünür hale getirirler. Kitap satıyorsanız, insanlara kitapları nereden alabileceklerini söylemeniz gereklidir. Telif hakkını dayatmak için, herkesin evine girmeniz gerekmez.

Son olarak, telif hakkı söz konusu bu bağlamda yararlı bir sistem olmuş olabilir. A.B.D.’deki çok bilgili kimseler tarafından telif hakkı bir ticaret olarak görülmektedir, halkla yayıncılar arasındaki bir pazarlıktır. Kamu, kopyalamak için doğal haklarından bazılarını verir ve bu alışverişin sonunda, çıkarı, daha fazla sayıda kitabın yazılması ve yayınlanması olur.

Şimdi, bu avantajlı bir alışveriş midir? Kamu kopyalama yapamadığı için, bu yalnızca matbaalarda etkin bir şekilde yapıldığından dolayı ve birçok insanın kendi matbaası olmadığından dolayı, bunların sonucunda, kamu, uygulayamadığı bir özgürlüğü feda etmektedir, bu özgürlüğün pratikte bir değeri yoktur. Hayatınız için bir yan ürün olan bir şeye sahipseniz ve bu şey yararsızsa ve bu şeyi herhangi bir değere sahip olan başka bir şeyle değiştirme olanağınız varsa, o zaman kazanmaktasınızdır. Bu, telif hakkının o zamanlar avantajlı bir ticaret olabilmesinin nedenidir.

Ancak bu bağlam değişmektedir ve bu telif hakkına ilişkin etik değerlendirmemizi değiştirmelidir. Şimdi, etiğin temel ilkeleri, teknolojideki ilerlemelerle değişmemektedir; bu gibi beklenmedik durumlarla değiştirilmeyecek kadar temeldirler. Ancak herhangi bir belirli soru hakkındaki kararımız, mevcut alternatiflerin sonuçlarıyla ilgilidir ve bağlam değiştiğinde, belirli bir tercihin sonuçları değişebilir. Telif hakkı kanunu alanında da bu durum gerçekleşmektedir çünkü matbaa çağı sona ermektedir, artık yavaş yavaş bilgisayar ağların ın çağı gelmektedir.

Bilgisayar ağları ve dijital bilgi teknolojisi bizi eski dünya gibi bir dünyaya doğru götürmektedir, eski dünyada bilgiyi okuyabilen ve kullanabilen herkes aynı zamanda kopyalayabiliyordu ve herkes gibi kolayca kopyalarını oluşturabiliyordu. Günümüzde oluşturulan kopyalar mükemmel kopyalardır ve bunlar, başka herhangi birinin yapabileceği kadar iyi kopyalardır. Böylece merkezileşme ve matbaa ile devreye giren ekonomi ölçeği ve benzer teknolojiler artık devam etmeyecektir.

Bu değişen bağlam, telif hakkı kanununun çalışma şeklini değiştirmektedir. Gördüğünüz gibi, telif hakkı kanunu artık endüstriyel bir düzenleme olarak işlev görmemektedir; artık kamu üzerinde kötü bir kısıtlayıcı etkisi vardır. Telif hakkı, yazarların çıkarlarını korumak için yayıncılar üzerinde bir kısıtlamaydı. Şimdi ise, pratik amaçlar için, yayıncıların çıkarlarını korumak için kamu üzerindeki bir kısıtlamadır. Eskiden halkı kısıtlamamaktaydı. Şimdi ise [günümüzde] bu doğru değildir. Bir bilgisayarınız varsa, yayıncılar, sizi, onların en yüksek önceliğine göre kısıtlamaktadır. Telif hakkının dayatılması kolaydı çünkü telif hakkı yayıncılar üzerindeki bir kısıtlamaydı ve yayıncıların bulunması kolaydı ve ne yayınladıkları kolayca görülebilmekteydi. Şimdi ise, telif hakkı her biriniz ve hepiniz için bir kısıtlamadır. Telif hakkının dayatılması, gözetim, zorla denetim ve ciddi cezalandırmaları gerektirmektedir ve ABD’de ve diğer ülkelerde bunlara ilişkin yasaların çıkarıldığını görmekteyiz.

Telif hakkı halkın yaptığı avantajlı bir alışverişti çünkü kamu, yaşayamadığı özgürlükleri feda etmekteydi. Ancak şimdi kamu bu özgürlükleri yaşayabilmektedir. Size hiçbir yararı olmayan bir yan ürün üretmekte olsaydınız ve bu ürünü satsaydınız ve daha sonra aniden, bu ürün için bir kullanım alanı keşfetseydiniz ne yapardınız? Gerçekte bu ürünü harcayabilir, kullanabilirsiniz. Ne yaparsınız? Hepsini alışverişte kullanmazsınız; birazını elinizde tutarsınız. Ve halkın doğal olarak yapmak istediği şey de budur. Tercihini duyurabilme şansına sahip olduğunda, halkın yaptığı da budur; bu özgürlüğün bir kısmını saklar ve bir kısmını da kullanır. Napster buna ilişkin büyük bir örnektir, kamu, vazgeçmek yerine kopyalama özgürlüğünü uygulamaya karar vermiştir. Telif hakkı kanununun günümüzün şartlarına uyum sağlamasını sağlamak için yapacağımız en doğal şey, telif hakkı sahiplerinin aldığı telif hakkı gücünü azaltmaktır: kamu üzerine getirdikleri kısıtlamaların miktarını azaltmak ve halkın sahip olduğu özgürlüğü artırmaktır.

Ancak yayıncıların yapmak istediği şey bu değildir. Yapmak istedikleri, bunun tam olarak zıddıdır. Yayıncılar, bilginin tüm kullanımının kontrollerinde kalabildiği noktaya kadar telif hakkı güçlerini artırmak istemektedir. Bu, telif hakkı gücünde örneği görülmemiş bir artış sağlayan kanunlara neden olmuştur. Matbaa zamanında halkın sahip olmuş olduğu özgürlükler alınmaktadır.

Örneğin, e-kitaplara bakalım. E-kitaplar hakkında güçlükle kaçınabileceğiniz çokça aldatmaca vardır. Brezilya’ya gidiyor olduğum bir uçuş sırasında uçaktaki bir dergide, 10 ya da 20 yıl sonra hepimizin e-kitaplara geçeceğine dair bir makale vardı. Açık bir şekilde, bu tip bir kampanya, bunun için yatırım yapan biri tarafından yapılmaktadır. Bunu niçin yapıyorlar? Bildiğinizi zannediyorum. Bunun nedeni, e-kitapların, baskılı kitapların okuyucularının geçmişte ve hâlâ sahip oldukları özgürlüklerin bazılarını alma olasılığına sahip olmasıdır, bu özgürlükler, örneğin, kitabınızı bir arkadaşınıza ödünç verme özgürlüğü, halk kütüphanesinden kitap alma özgürlüğü ya da kullanılmış kitap satma özgürlüğü ya da söz konusu belirli kitabı kimin aldığına ilişkin veri tabanında bir kayıt bırakmaksızın bir kopyayı satın alma özgürlüğü. Ve belki de bir kitabı iki defa okuma özgürlüğü.

Bunlar, yayıncıların almak istedikleri özgürlüklerdir ancak bunu baskılı kitaplar için yapamazlar çünkü bu çok açık bir şekilde hak gaspı olacak ve bir kamu muhalefetine neden olacaktır. Bu nedenle doğrudan olmayan bir strateji bulmuşlardır. İlk olarak, hiçbir e-kitabın olmadığı durumda, e-kitaplar için bu özgürlüklerin alınmasına ilişkin kanunları elde ederler; bu nedenle hiçbir tartışma yoktur. E-kitapların özgürlüklerine alışmış ve onları savunacak olan eski kullanıcıları yoktur. Bunu, 1998 yılındaki Dijital Milenyum Telif Hakkı Hareketi ile elde ettiler. Daha sonra e-kitapları devreye soktular ve yavaş yavaş herkesin baskılı kitaplardan e-kitaplara geçmesini sağladılar ve sonuçta, okuyucular, farkına varmadan ve kaybetmemek için savaşmadan bu özgürlükleri kaybettiler.

İnsanların özgürlüğünü ellerinden almak için aynı zamanda benzer çabaların diğer yayın tiplerinde de olduğunu görmekteyiz. Örneğin, DVD’ler sır olan, sır olması planlanan, şifreli biçimde yayınlanmaktadır, böylece player üzerinde belirli kısıtlamaları oluşturmak için bir sözleşme imzaladıysanız, bir DVD player yapabilirsiniz, sonuçta kamu, yasal haklarını bile kullanmaktan tamamen mahrum edilmektedir. Bu durum karşısında, Avrupa’daki birkaç zeki yazılımcı, DVD’lerin biçimini anlamış ve DVD okuyabilen bir özgür yazılım paketi yazmıştır. Bu, satın almış olduğunuz DVD’yi seyretmek için GNU+Linux işletim sisteminin üstünde özgür bir yazılımın kullanılmasını mümkün kılmıştır, bu yapılması tamamen yasal olan bir şeydir. Bunu özgür yazılım kullanarak yapabilirsiniz.

Ancak film şirketleri bu duruma karşı çıkmış ve mahkemeye gitmiştir. Film şirketlerinin çılgın bir bilim adamının olduğu ve birilerinin “Ama Doktor, İnsanların bilmemesi gereken bazı şeyler var” dediği çok sayıda filmi gördünüz. Kendi filmlerini çok fazla seyretmiş olmalılar ki DVD’lerin biçimlerinin insanların bilmemesi gereken bir şey olduğuna inanmaktadırlar. Ve DVD’lerin oynatılmasına ilişkin yazılımın sansürü için resmi bir karar elde ettiler. Bu bilginin yasal olarak ulaşılabilir olduğu A.B.D.’nin dışındaki siteye link kurulması bile yasaklanmıştır. Bu resmi karara karşı yüksek mahkemeye başvurulmuştur. Söz konusu yüksek mahkemede mahkeme dostu bir dava özeti imzaladım, gururla söyleyebilirim ki, söz konusu savaşta oldukça küçük bir rolüm var.

ABD hükümeti doğrudan diğer tarafa müdahale etmiştir. Bu, Dijital Milenyum Telif Hakkı Hareketi’nin ilk sırada geçtiğini göz önüne aldığımızda şaşırtıcı değildir. Bunun nedeni, A.B.D.’deki seçim kampanyalarının finans sistemidir, bu sistem, adayların seçilmeden önce şirketler tarafından satın alındıkları yasal bir rüşvet sistemidir. Ve tabi ki, sahiplerinin kim olduğunu bilmektedirler, kimin için çalıştıklarını ve şirkete daha fazla güç sağlamak için kanunları kime yönelik yaptıklarını bilmektedirler.

Söz konusu savaşta neler olacağını bilmiyoruz. Bu arada, Avustralya benzer bir kanunu yürürlüğe koymuştur ve Avrupa, bir tanesini kabul etmek üzeredir; bu nedenle, plan, dünya üzerinde bu bilginin insanlara sunulabildiği bir yer bırakmamaktır. Ancak A.B.D. yayınlanmış olan bilginin dağıtılmasının önlenmesi çalışmalarında dünya lideri olmayı sürdürmektedir.

Ancak, ABD bunun öncülüğünü yapan ilk ülke değildir. Sovyetler Birliği, bu hususu çok önemli olarak görmüştür. Orada, izinsiz kopyalama ve yeniden dağıtım samizdat (ç.n.: yasadışı, yeraltı basın ) olarak biliniyordu ve bunu bastırmak için, bir düzine yöntem geliştirdiler: İlk olarak, yasak kopyalamayı önlemek için insanların neyi kopyaladıklarını kontrol etmek amacıyla her bir kopyalama cihazı parçasını izleyen nöbetçiler mevcuttu. İkinci olarak, yasak kopyalamayı yapan herkes için ciddi cezalar vardı, örneğin yasak kopyalama yapanları Sibirya’ya gönderilebilirdiniz. Üçüncü yöntem muhbirliğe yönelmek, herkesin komşularını ve işbirliği yaptıkları insanları bilgi polisine ihbar etmesini istemekti. Dördüncü olarak, sorumluluk verme yöntemi: “Sen! Sen şu grubu izleyeceksin! Herhangi birini yasak kopyalama yaparken yakalarsam, hapse gideceksin. Bu yüzden onları iyi izle.” Ve beşinci olarak, çocuklukta başlayan, bu yasak kopyalamayı yapmanın insanlık için korkunç bir düşmanlık olduğunu anlatan propaganda.

A.B.D. bu önlemlerin tümünü şimdi kullanmaktadır. İlk olarak, nöbetçiler kopyalama cihazlarını izlemektedir. Kopyalama mağazalarında, kopyaladığınız şeyi kontrol eden nöbetçiler mevcuttur. Ancak bilgisayarınızda neyi kopyaladığını izleyen nöbetçi insanlar pahalıya mal olmaktadır; işçilik pahalıdır. Bu nedenle robot nöbetçileri kullanmaktadırlar. Bu, Dijital Milenyum Telif Hakkı Hareketi’nin hedefidir. Bu yazılım bilgisayarınıza girer; belirli verilere erişmenizin tek yolu budur ve kopyalama yapmanızı önler.

Şimdi bu yazılımı her hard diske sokmak için bir plan mevcuttur, böylece birtakım İnternete bağlı sunuculardan izin almadan erişemeyeceğiniz bazı dosyalar hard diskinizde mevcut olacaktır. Ve bu yazılımı atlamak ve hatta diğer insanlara nasıl atlatılacağını açıklamak bile bir suç teşkil etmektedir.

İkinci olarak ciddi cezalar mevcuttur. Birkaç yıl öncesine kadar, bir şeylerin kopyasını yaptıysanız ve yalnızca yararlı olmak adına bu kopyaları arkadaşlarınıza verdiyseniz, bu bir suç değildi; A.B.D.’de bu hiçbir zaman bir suç olmamıştı. Daha sonra bunu ağır bir suç yaptılar, komşunuzla paylaşım yaptığınız için yıllarca hapse girebilirsiniz.

Üçüncü olarak muhbirler mevcuttur. Televizyondaki ve Boston metrosundaki reklamlarda görmüş olabilirsiniz, bu reklamlarda, çalışma arkadaşlarınızı istihbarat polisine gammazlamanız istenmektedir, bu istihbarat polisi resmi olarak Yazılım Yayıncıları Birliği şeklinde adlandırılmaktadır.

Ve dördüncü olarak, toplu sorumluluk mevcuttur. A.B.D.’de İnternet hizmet sağlayıcıları yükümlülük altına alınara bu gerçekleştirilmektedir, müşterilerinin yolladığı her şeyden yasal olarak sorumlu hale gelmişlerdir. Her zaman sorumlu tutulmaktan kurtulmalarının tek yolu, bir şikayetten sonra iki hafta içinde bilgiyi kaldırmak ya da bağlantıyı kesmek için değişmez bir prosedür sahibi olmalarıdır. Yalnızca birkaç gün önce, bazı kötü politikalarından dolayı City Bank'ı eleştiren bir muhalif sitenin erişiminin kesildiğini duydum. Şimdilerde, mahkemelerle uğraşmak yerine yalnızca sitenizin bağlantısı kesilmektedir.

Ve son olarak, çocukluktan başlayan propaganda mevcuttur. Bu, “korsan” sözcüğünün kullanım amacıdır. Birkaç yıl öncesini düşünürseniz, “korsan”, yazarına ücret ödemeyen yayıncılara verilen isimdi. Ancak şimdi, tanım tamamen tersine döndü. Şimdi bu sözcük, yayıncının kontrolünden kaçan vatandaşlar için kullanılmaktadır. Ancak insanlığa düşman olan bir kimsenin bu yasak kopyalamayı yapacağını insanlara inandırmak için kullanılmaktadır. “Komşunuzla paylaşmak bir gemiye saldırmanın ahlaken eş değeridir.” Umarım ki, siz de böyle düşünmüyorsunuzdur ve düşünmüyorsanız, kelimeyi bu şekilde kullanmayı reddedersiniz.

Yayıncılar kanunların kendilerine daha fazla güç sağlamasını istemektedir. Ayrıca, yayıncılar, telif hakkının süresini de uzatmaya çalışıyorlar. A.B.D. Anayasası, telif hakkının belirli bir süreye sahip olması gerektiğini söylemektedir ancak yayıncılar telif hakkının sonsuza kadar sürmesini istemektedir. Buna rağmen, anayasal bir değişikliğin sağlanması zor olacaktır, bu nedenle, aynı sonucu sağlayan daha kolay bir yol bulmuşlardır. Her 20 yılda bir, önceki yayınları kapsayacak şekilde telif hakkını 20 yıl uzatırlar. Dolayısıyla, sonuç, herhangi belirli bir zamanda, telif hakkının nominal olarak belirli bir periyot boyunca sürmesi ve belirli bir telif hakkının bir gün sona ermesidir. Ancak bu sona erme zamanına hiçbir zaman ulaşılamayacaktır çünkü her 20 yılda bir telif hakkı 20 yıl uzatılacaktır; bu nedenle hiçbir çalışma yeniden halka sunulmayacaktır. Bu, “taksit usülü kalıcı telif hakkı” olarak adlandırılmıştır.

Telif hakkını 20 yıl uzatan 1998 yılındaki kanun “Mickey Mouse Telif Hakkı Uzatma Hareketi”1 olarak bilinmektedir çünkü bu kanunun ana sponsorlarından biri de Disney’dir. Disney, Mickey Mouse üzerindeki telif hakkının sona ereceğini fark etmiştir ve telif hakkından çok para kazandıkları için, bunun meydana gelmesini istememiştir.

Aslında bu konuşmanın orijinal başlığı, “Telif Hakkı ve Küreselleşme” olmalıdır. Küreselleşmeye bakacak olursanız, göreceğiniz şey, küreselleşmenin ekonomik etkinlik ya da gerçekte kanunlara ve politikalara göre şirketlere güç kazandırmak için tasarlanmış özgür-ticaret anlaşmaları adına gerçekleştirilen bazı politikalar tarafından gerçekleştirildiğidir. Bunlar, gerçekten de özgür ticaret hakkında değildir. Bunlar, gücün aktarılması hakkındadır: kanunlara karar vermek için herhangi bir ülkenin, kendi çıkarlarını akla yatkın bir şekilde değerlendirebilen vatandaşlarından gücün alınması ve bu gücün bu vatandaşların çıkarlarını düşünmeyen işlere verilmesi hakkındadır.

Görüşlerine göre, demokrasi problemdir ve bu anlaşmalar, problemi sona erdirmek için planlanmıştır. Örneğin, NAFTA, şirketler başka bir ülkenin hükümetinin şirketlerinin karlarına zarar verdiğini düşündükleri bir kanunda kurtulmak için onlara dava açmalasına izin veren hükümler içeriyor. Böylelikle yabancı firmalar, ülkenin vatandaşlarından daha fazla güce sahiptir.

Bunun NAFTA'nın ötesine uzanması için girişimler mevcuttur. Örneğin, bu ilkeyi, Güney Amerika'daki ve Karayipler'deki tüm ülkelere genişletmek Amerika'nın özgür ticaret alanının hedeflerinden biridir ve çok uluslu bir ticari anlaşma, bunu tüm dünyaya yaymayı hedeflemektedir.

1990’larda gördüğümüz bir şey, bu anlaşmaların dünya genelinde, daha güçlü ve kısıtlayıcı şekillerde telif hakkını dayatmaya başlaması olmuştur. Bu anlaşmalar, özgür ticaret anlaşmaları değildir. Bunlar gerçekte, özgür ticareti ortadan kaldırmak için, şirketlere dünyadaki ticaret üzerinde kontrol yetkisi veren anlaşmalardır.

A.B.D. 1800’lerde gelişmekte olan bir ülke iken, yabancı telif haklarını tanımadı. Bu, dikkatli bir şekilde varılan akıllıca bir karardı. A.B.D.’nin yabancı telif haklarını tanımasının dezavantajlı bir şey olduğu, paranın dışarı gideceği ve iyi bir sonuç vermeyeceği bilinmekteydi.

Aynı mantık bugün gelişmekte olan ülkeler için de geçerlidir ancak A.B.D. bu ülkeleri kendi çıkarlarının aksine hareket etmeleri için zorlayacak yeterli güce sahiptir. Aslında, bu bağlamda ülkelerin çıkarlarının konuşulması bir hatadır. Nitekim toplumun kazancını herbir kişinin kendi zenginliğini toplayarak değerlendiren hileli düşünceli eminim hepiniz duymuşsunuzdur. Çalışan Amerikalılar $1 milyar kaybetse ve Bill Gates $2 milyar kazansa, genel olarak Amerikalılar daha iyi duruma mı gelir? Bu Amerika için iyi olur mu? Toplama bakarsanız, bu iyiymiş gibi görünmektedir. Ancak, bu örnek gerçekten de değerlendirme için toplama bakmanın hatalı bir yol olduğunu göstermektedir çünkü Bill Gates gerçekte $2 milyara daha ihtiyaç duymamaktadır ancak diğer insanlar için $1 milyarlık bir kayıp kötü olabilir. Bu ticaret anlaşmalarının herhangi biri hakkındaki bir açıklamada, insanların şu ya da bu ülkenin kazancı hakkında konuştuğunu duyduğunuzda, her bir ülkede yaptıkları şey, herkesin gelirini toplamaktır. Zengin insanlar ve fakir insanların gelirleri toplanmaktadır. Bu nedenle, aslında bu hileli mantığı orada da uygulamak ve bunun zenginliğin ülke içindeki dağılıma etkisini ve bu anlaşmanın bunu A.B.D.’de olduğu gibi daha da kötüye götürüp götürmeyeceğini görmezken gelmek için bir bahanedir.

Yani dünya genelinde telif hakkının zorlanması ile A.B.D.’nin çıkarlarına gerçekten de hizmet edilmemektedir. Telif hakkının dayatılması belirli şirket sahiplerinin çıkarınadır, bu şirket sahiplerinin birçoğu A.B.D.’dedir ve bazıları da başka ülkelerdedir. Bu, herhangi bir anlamda halkın çıkarına değildir.

Ama bunu yapmanın ne anlamı vardır? İfade edildiği şekliyle telif hakkının amacına inanıyorsak, örneğin, A.B.D. Anayasasında, ilerlemenin desteklenmesi gibi, internet çağında hangi akıllıca politikalar kullanılacaktır? Açık bir şekilde, artan telif hakkı gücünün yerine, halka, internetin ve dijital teknolojinin faydalarını kullanabilecekleri belirli bir özgürlük bölgesi sunmamız için, onları geri çekmemiz gereklidir. Ancak bu ne kadar ileri gitmelidir? Bu, ilginç bir sorudur çünkü telif hakkını toplamda mutlaka yürürlükten kaldırmamız gerektiğini düşünmüyorum. Her ne kadar telif hakları çok fazla özgürlüğü alıyor olsa da; daha fazla ilerleme için bazı özgürlüklerden vazgeçilmesi fikri belli seviyelerde hala avantajlı olabilir. Ancak, bunu akıllıca düşünmek için, fark etmemiz gereken ilk şey, bunu, tamamen tek biçimli hale getirmemiz için bir gerekçe olmamasıdır. Tüm çalışma tipleri için, aynı pazarlığın yapılması üzerinde ısrar etmek için bir neden yoktur.

Gerçekte zaten günümüzde durum bu şekilde değildir çünkü müzik için birçok istisnai durum mevcuttur. Müzik, telif hakkı kanunu altında çok farklı bir şekilde değerlendirilmektedir. Ancak tek biçimlilik üzerindeki keyfi ısrar, yayıncılar tarafından akıllı bir şekilde kullanılmaktadır. Yayıncılar, sıra dışı özel bir durumu alır ve söz konusu bu özel durumda, telif hakkına sahip olmanın avantajlı olacağı iddiasında bulunurlar. Daha sonra, tek biçimliliğin korunması için, her şey için şu kadar telif hakkının olması gerektiğini söylerler. Tabi ki, bu nedenle bu, daha çok, nadir bir özel durum olsa ve gerçekte toplamda çok önemli olmasa bile, en güçlü tezi kurabilecekleri özel durumu alırlar.

Ancak belki de söz konusu belirli bir özel durum için bu kadar çok telif hakkı olmalıdır. Satın aldığımız her şey için aynı ücreti ödemek zorunda değiliz. Yeni bir araba için bin dolar iyi bir pazarlık olabilir. Bir kap süt için ise bin dolar korkunç kötü bir pazarlıktır. Hayatın diğer alanlarında satın aldığınız her şey için özel bir fiyat ödemeyecektiniz. O zaman niçin burada ödüyorsunuz?

Farklı iş tiplerine bakmamız gereklidir ve size bunu yapmanın bir yolunu önereceğim.

Bu, reçeteleri, bilgisayar programlarını, klavuzları ve kitapları, sözlük ve ansiklopedi gibi referans çalışmaları içermektedir. Tüm bu fonksiyonel çalışmalar için meselenin, yazılım için olanlarla aynı olduğuna ve aynı sonuçların geçerli olduğuna inanmaktayım. İnsanlar, değiştirilmiş bir sürümün yayınlanması için bile özgürlüğe sahip olmalıdır çünkü fonksiyonel çalışmaların değiştirilmesi çok yararlıdır. İnsanların ihtiyaçları her zaman aynı değildir. Bu kitabı, yapılması gereken bir işi yapmak için yazarsam, yapmak istediğiniz bir işe ilişkin fikriniz farklı olabilir. Böylece sizin için iyi olanı yapmak için bu çalışmayı değiştirmek istersiniz. Bu noktada, sizinkilere benzer ihtiyaçları olan başka insanlar olabilir ve değiştirilmiş sürümünuz onlar için yararlı olabilir. Yemek pişirmeyi bilen herkes bunu bilmektedir ve yüzlerce yıldır bunu bilmektedir. Yemek tariflerinin kopyalarının hazırlanması ve bunların başka insanlara sunulması normaldir ve bir yemek tarifinin değiştirilmesi de normaldir. Yemek tarifini değiştirir ve arkadaşlarınız için yemek pişirirseniz ve yemekten zevk alırlarsa, size “Yemeğin tarifini verir misin?” diye sorarlar. O zaman sürümünuzu yazıp arkadaşlarınıza kopyaları verebilirsiniz. Bu, özgür yazılım topluluğunda yaptığımız şeyin aynısıdır.

Bu nedenle bu, işin bir kategorisidir. İkinci iş kategorisi amacı, belirli insanların ne düşündüğünü söylemek olan çalışmalardır. Onların amacı, bu insanlar hakkında konuşmaktır. Bu, örneğin, yaşam öykülerini, fikirsel yazıları, bilimsel makaleleri, alış ve satış tekliflerini, satış malı kataloglarını içermektedir. Bu çalışmaların temel noktası, birilerinin ne düşündüğünü, ne gördüğünü ya da neye inandığını söylemeleridir. Bunları değiştirmek, yazarları yanlış bir şekilde sunacaktır; bu nedenle bunların değiştirilmesi, sosyal açıdan yararlı bir eylem değildir. Bu nedenle, insanların yapmasına izin verilmesi gereken tek şey birebir kopyalamadır.

Sonraki soru şudur: İnsanların ticari birebir kopyalama yapma hakkı olmalı mıdır? Ya da ticari olmayan birebir kopyalama yeterli midir? Gördüğünüz gibi, bunlar, ayırt edebileceğimiz iki farklı eylemdir, böylece soruları da ayrı olarak değerlendirebiliriz, ticari olmayan birebir kopyalama yapma hakkı ve ticari birebir kopyalama yapma hakkı. Telif hakkının ticari birebir kopyalamayı kapsaması ancak herkese ticari olmayan birebir kopyalama hakkının verilmesi iyi bir uzlaşı olabilir. Bu şekilde, değiştirilmiş tüm sürümlerde olduğu gibi, ticari birebir kopyalama üzerindeki telif hakkı, yalnızca yazarın değiştirilmiş bir sürümü onaylayabildiği, hangi dereceye kadar olursa olsun, bu çalışmaların yazılmasına destek olmak için şimdi sağladığıyla aynı geliri sağlayacaktır.

Ticari olmayan birebir kopyalamaya izin verilmesi, telif hakkının artık bundan sonra herkesin evine girmesinin gerekli olmadığı anlamına gelmektedir. Telif hakkı yeniden endüstriyel bir düzenleme haline gelir, dayatılması kolaydır ve problemsizdir, ağır cezaları ve dayatılması için muhbirleri gerektirmez. Bu nedenle, mevcut sistemin yararının çoğunu alır ve kötü tarafının çoğunu bırakırız.

Üçüncü iş kategorisi, estetik ya da eğlence işleridir, burada en önemli şey, çalışmanın incelenmesinin duyumsanmasıdır. Şimdi bu çalışmalar için, modifikasyon hususu çok zor bir husustur çünkü bir tarafta, bu çalışmaların bir sanatçının görüşünü yansıttığı fikri vardır ve bunları değiştirmek söz konusu görüşü bozmak etmektir. Diğer taraftan, toplumsal bilgi birikiminin mevcut olduğu gerçeği söz konusudur, burada, bir çalışmayı değiştiren insanlar, oldukça zengin olan bir sonuç üretir. Çalışma üreten sanatçılarınız olsa bile, önceki çalışmalardan bir şeyler almak genelde çok yararlıdır. Shakespeare’in oyunlarından bazıları, başka bir oyundan alınmış bir hikayeyi kullanmıştır. Günümüzün telif hakkı kanunları o zamandan beri yürürlükte olsaydı, o zaman bu oyunlar yasa dışı olurdu. Estetik ya da sanatsal bir çalışmanın değiştirilmiş sürümlerinin yayınlanması konusunda ne yapmamız gerektiği zor bir sorudur ve bu problemi çözmek için, kategorinin ilâve alt bölümlerine bakmamız gerekli olabilir. Örneğin, belki de bilgisayar oyun senaryoları bir şekilde değerlendirilmelidir; belki de herkes, bunların değiştirilmiş sürümlerini yayınlamakta özgür olmalıdır. Ama belki de, bir roman farklı bir şekilde değerlendirilmelidir; belki de bu yüzden, ticari yayınlar, asıl yazarla bir düzenleme yapılmasını gerektirmelidir.

Bu estetik çalışmaların ticari olarak yayınlanması telif hakkı tarafından kapsanırsa bu, günümüzdeki mevcut gelir akışının çoğunluğunun, şu anda mevcut sistem tarafından sınırlı bir ölçekte desteklenen, [mevcut sistem] çok kötü bir iş yapmaktadır, yazarlara ve müzisyenlere verilmesini sağlayacaktır Bu nedenle bu, nu tip işlerde bulunan insanlara iltifatta bulunulduğu bir durummuş gibi mantıklı bir uzlaşma olabilir.

İnternet çağının başlamış olduğu bu çağa baktığımızda, geçişsel aşamayı atlarsak, yazarların çalışmaları için para kazanabilecekleri başka bir yolu gözümüzde canlandırabiliriz. Çalışmalarınız için para alabileceğiniz dijital bir para sisteminin olduğunu hayal edin. İnternet üzerinden başka birine para göndermenizi sağlayan dijital bir para sisteminin de olduğunu hayal edin; bu, örneğin, şifreleme gibi çeşitli yöntemler kullanılarak gerçekleştirilebilir. Ve bu estetik çalışmaların birebir kopyalamasına izin verildiğini hayal edin. Ancak bu çalışmalar, öyle bir şekilde yazılmıştır ki, birini seyrederken, okurken ya da oynatırken, ekranın bir köşesinde bir kutu ortaya çıkmakta ve “Yazara ya da müzisyene bir dolar göndermek için buraya tıklayın” yazısı ekranda görünmektedir. Ve bu yazı ekranda öylece durmaktadır; yolunuza çıkmaz; kenardadır. Sizi meşgul etmez ancak oradadır, size yazarları ve müzisyenleri desteklemenin iyi bir şey olduğunu söyler.

Okuduğunuz ya da dinlediğiniz çalışmayı severseniz, sonunda şunu diyeceksiniz: “Bu insanlara neden bir dolar vermeyeyim ki? Yalnızca bir dolar. Bu nedir ki? Bir şey kaybetmiş olmam.” Ve insanlar bir dolar göndermeye başlayacaktır. Bunun iyi yanı, kopyalamayı yazarların ya da müzisyenlerin dostu yapmasıdır. Birisi bir arkadaşına e-posta ile bir kopya gönderince, o arkadaş da bu kişilere bir dolar gönderebilir. Gönderilen şeyi gerçekten de severseniz, birden fazla kereler birer dolar gönderebilirsiniz ve bu miktarlar, sanatçının kitabını ya da CD’sini alırsanız sanatçının kazanacağından daha fazla olacaktır çünkü sanatçılar satıştan az kâr etmektedirler. Yazarlar ve müzisyenler adına kamu üzerinde güç talep eden aynı yayıncılar, yazarlara ve müzisyenlere küçük bir kâr oranı vermektedir.

Size Courtney Love’ın Salon dergisindeki yazısını okumanızı tavsiye ederim, bu yazı, müzisyenlere para ödemeden onların çalışmalarını kullanmayı planlayan korsanlar hakkındadır. Bu korsanlar, ortalama olarak müzisyenlere satış ücretlerinin % 4’ünü veren müzik şirketleridir. Tabi ki, çok başarılı müzisyenler daha fazla ücret alır. Çok başarılı müzisyenler büyük satış ücretlerinin % 4’ünden daha fazlasını alırlar, bu da, bir plak anlaşmasına sahip müzisyenlerin büyük çoğunluğunun küçük satış ücretlerinin % 4’ünden daha azını aldıkları anlamına gelmektedir.

Sistemin çalışması şu şekildedir: Müzik firması reklama para harcar ve bu masrafı, müzisyenlerin ilerlemesi için bir araç olarak değerlendirir, ancak müzisyen bunun yararını hiçbir zaman görmez. Bu nedenle bir CD satın aldığınızda, bu paranın belirli bir oranı müzisyene gidecek gibi görünmektedir ancak gerçekte gitmez. Gerçekte, bu para reklam giderlerine gider ve müzisyenler ancak çok başarılı oldukları zaman söz konusu paranın bir kısmına sahip olur.

Tabi ki, müzisyenler albüm sözleşmelerini, zengin ve başarılı olmuş müzisyenlerden biri olma umuduyla imzalar. Bu nedenle, aslında müzisyenleri çekmek için onlara bir piyango benzeri tuzak teklif edilmektedir. Müzikte iyi olsalar bile, bu tuzağı görme konusunda dikkatli ve mantıklı olamayabilirler. Bu nedenle anlaşmayı imzalarlar ve daha sonra kendileri için tek sağlanan şey reklamdır. Niçin onların halkın kısıtlanmasını esas alan ve satışı kolay olan kötü müziği bize sunan endüstriyel bir sistem ile değil de başka bir şekilde reklam yapmalarını sağlamıyoruz? Bunun yerine, dinleyicilerin, sevdikleri müzik topluluklarının müziklerini paylaşmasını doğal tepkisini dinlemiyoruz? Müzik çalarlarda müzisyenlere bir dolar göndermek için bu kutu ortaya çıksa, o zaman internet, müzisyenlere bu reklamı sağlayan mekanizma olabilir, bu da zaten kayıt sözleşmelerinden sağladıklarıyla aynı reklamdır.

Mevcut telif hakkı sistemi, müzisyenleri destekleme işini kötü bir şekilde yapmaktadır, bu tıpkı dünya ticaretinin Filipinler’deki ve Çin’deki yaşam standartlarını yükseltme çalışması gibi kötüdür. Herkesin çalışma şartları kötü olan bir işyerinde çalıştığı ve tüm ürünlerin, çalışma şartlarının kötü olduğu işyerlerinde yapıldığı bu “yatırım kuşakları”na sahipsiniz. Küreselleşme, deniz aşırı ülkelerdeki insanların yaşam standartlarını yükseltmenin etkin olmayan bir yoludur. Örneğin, bir Amerikalının bir işi yapmak için saatte yirmi dolar aldığını ve aynı işi günde belki de altı dolar alan bir Meksikalıya verdiğinizi düşünün, burada olan şey, Amerikan işçisinden büyük miktarda para almak, bunun küçük bir oranını Meksikalı işçiye vermek ve geri kalanını firmaya vermektir. Bu nedenle, hedefiniz Meksikalı işçilerin yaşam standartlarını yükseltmekse bu, bunu yapmanın kötü bir yoludur.

Aynı olgunun, telif hakkı endüstrisinde de aynen nasıl devam ettiğini görmek ilginçtir. Kesinlikle bir şeyler hak eden bu işçiler adına, onlara küçük bir miktar veren ölçüleri önermektesiniz ve gerçekte hayatlarımızı kontrol etmek için şirketlerin gücünü desteklemektesiniz.

Bunun yerine çok iyi bir sistemi koymaya çalışıyorsanız, daha iyi bir alternatif haline gelmek için çok çalışmanız gerekmektedir. Mevcut sistemin kötü olduğunu biliyorsanız, daha iyi bir alternatif bulmanız çok zor değildir; günümüzde karşılaştırmanın standardı çok düşüktür. Telif hakkı politikası hususlarını değerlendirirken, bunu her zaman aklımızda tutmalıyız.

Böylece söylemek istediğim şeylerin çoğunu söylemiş olduğumu düşünüyorum. Yarın Kanada’da “Hasta Günü” Televizyon Programı var. Yarın, Amerika Özgür Ticaret bölgesini yeni ülkelere genişletme çalışmalarını nihayetlendirmek için yapılan zirvenin ilk günü. ve Quebec'de büyük bir protesto planmakta. Bu protestoları engellemek için olağanüstü yöntemlerin metotların kullanılmakta olduğunu gördük. Birçok Amerikalı normal zamanda girmelerine izin verildiği sınırdan Kanada’ya giremez hale geldi. Protestocuları dışarıda tutmak için Quebec’in merkezi etrafında büyük bir kale olarak kullanılmak üzere bir duvar inşa edildi. Bu anlaşmalara karşın halkın protestosuna karşı çok sayıda farklı kirli oyun gördük. Hükümetin sahip olduğu güçlerin, demokratik bir biçimde seçilmiş olan yöneticilerden alınıp şirket sahiplerine ve atanmış uluslararası kurumlara verildikten sonra bize kalan demokrasi her neyse, buna karşı olan halk protestosunun baskısından arta kalan da odur.

Hayatımın on yedi yılını özgür yazılım üzerine çalışarak geçirdim. Bunu, dünyadaki en önemli politik husus olduğu için yapmadım. Bu alanı, iyi birşeyler yapmak için yeteneklerimi kullanmam gerektiğini gördüğüm için bunu yaptım. Ancak politikanın genel hususları gelişti ve günümüzde dünyadaki en büyük politik mesele, şirketlere halkın ve hükümetlerin üstünde güç verme eğilimine karşı gelmek oldu. Özgür yazılımı ve bugün açıklamakta olduğum diğer bilgi tipleri için birleşik sorunları söz konusu büyük meselenin bir parçası olarak görüyorum. Bu nedenle, kendimi doğrudan olmayan bir şekilde bu husus üzerinde çalışırken buldum. Umarım ki, çalışmaya benim de bir katkım olmuştur.

YANIT:

THORBURN: Bir dakika sonra soruları ve yorumları için dinleyicilere döneceğiz. Ama önce kısa bir yanıt vereyim. Bana göre, Stallman’ın bize sunduğu en güçlü ve en önemli açıklayıcı bilgiler iki kilit noktaya sahiptir. İlki, telif hakkına ilişkin eski varsayımların, telif hakkının eski kullanımlarının, uygun olmadığının fark edilmesidir; bilgisayar ve bilgisayar ağlarının gelişmesiyle yıkılmışlardır. Bu açıkça görülebilir basit bir husustur ancak önemlidir.

İkincisi, dijital çağın entelektüel ve yaratıcı işçiliğin biçimlerini nasıl ayırt ettiğimizi ve nasıl ağırlıklandırdığımızı yeniden değerlendirmemizi gerektirmektedir. Bu farklı telif hakkı koruma tiplerinin ya da seviyelerinin sistematik olarak tanımlanmaya çalışılması, bilgisayarın gelişimiyle birlikte ortaya çıkan entelektüel çalışmaya ilişkin problemlerle başa çıkmanın değerli bir yolu gibi görünmektedir.

Ancak Stallman’ın söylediklerinin altında yatan başka bir temayı tespit ettiğimi düşünüyorum ve bu tema doğrudan bilgisayarlar hakkında değildir ancak daha geniş anlamda, hükümetin ve kurumların artan bir şekilde hayatlarımız üzerinde uyguladıkları güç ve demokratik otorite hakkındadır. Stallman’ın bu popülist ve birleşmeye karşı tarafı geliştiricidir ancak aynı zamanda da indirgeyici ve potansiyel olarak basitleştiricidir. Ve belki de idealistçidir. Örneğin, bir romancı ya da şair ya da şarkı yazarı ya da bir müzikçi ya da akademik bir kitabın yazarı, insanların yazarlara para ödemek zorunda olmadığı ancak para ödemeye yüreklendirildiği bu yeni cesur dünyada geçimini nasıl sürdürsün? Başka bir deyişle, bana öyle geliyor ki, mevcut uygulama ile Stallman’ın kuramsal olasılıkları arasındaki fark hâlâ oldukça büyüktür.

Bu nedenle, Stallman’ın konuşmasının bazı hususlarını açmasını ve spesifik olarak, kendi telif hakkı sistemi altında “geleneksel yaratıcılar” olarak adlandıracağımız yaratıcıları nasıl koruyacağına dair ilâve düşüncelerini anlatmasını isteyerek konuşmamı sonlandırmak istiyorum.

STALLMAN: Her şeyden önce, telif hakkının yaptığı iş için “koruma” ifadesini kullanmamalıyız. Telif hakkı insanları kısıtlamaktadır. “Koruma” ifadesi, telif hakkı sahibi firmaların kullandığı bir propaganda ifadesidir. “Koruma” ifadesi, bir şeyin bir şekilde zarar görmesinin önlenmesi anlamına gelmektedir. Bir şarkının daha fazla sayıda kopyasının çalınmasının şarkıya zarar vereceğini düşünmüyorum. Bir romanın daha fazla sayıda kopyasının okunmasının da romana zarar vereceğini düşünmüyorum. Bu nedenle bu ifadeyi kullanmayacağım. İnsanların yanlış tarafı korumasına neden olduğunu düşünüyorum.

Ayrıca “fikri mülkiyet” hakkında düşünülmesi kötü bir fikirdir, bunun iki nedeni var: İlk olarak, alandaki en temel soruya ön yargı ile yaklaşmaktadır, soru şudur: Bu şeylere nasıl yaklaşılmalıdır ve bunlar, mülkiyet çeşidi olarak değerlendirilmeli midir? Alanı tanımlamak için “fikri mülkiyet” ifadesinin kullanılması cevabın “evet” olduğu ön varsayımında bulunmaktır, bu meseleye yaklaşımın yoludur, diğer yol değildir.

İkinci olarak, bu aşırı genelleştirmeyi yüreklendirmektedir. fikri mülkiyet, telif hakları, patentler, ticari markalar, ticaret sırları ve diğer bazı şeyler gibi birbirinden bağımsız kökenlere sahip çeşitli farklı kanunların bir arada bulunduğu bir sepettir. Bunlar neredeyse tamamen farklıdırlar; ortak bir özellikleri yoktur. Ancak “fikri mülkiyet” ifadesini duyan insanlar yanlış bir düşünceye yönlenir, özel alanlara uygulanan, fikri mülkiyete ilişkin genel ilkenin mevcut olduğunu hayal ederler, kanunun bu çeşitli alanlarının benzer olduğunu var sayarlar. Bu, neyin yapılmasının doğru olduğuna ilişkin karışık düşüncelere neden olmakla kalmaz, ayrıca insanların, kanunun gerçekte ne söylediğini anlamakta başarısız olmasına da neden olur çünkü telif hakkı kanununun, patent kanununun ve ticari marka kanununun benzer olduğunu varsayarlar, gerçekte bunlar birbirinden tamamen farklıdır.

Bu nedenle, kanunun ne söylediğinin dikkatli bir şekilde düşünülmesini ve açık bir şekilde anlaşılmasını yüreklendirmek istiyorsanız, “fikri mülkiyet” ifadesini kullanmayın. Telif hakları, patentler, ticari markalar hakkında ya da hangi konu hakkında isterseniz konuşun. Ancak fikri mülkiyet hakkında konuşmayın. fikri mülkiyete ilişkin fikir, aptalca bir fikirdir. Benim fikri mülkiyet hakkında bir fikrim yok. Telif hakları, patentler, ticari markalar hakkında fikirlerim var ve onlar birbirinden farklı. Bunlara farklı düşünce süreçleriyle ulaştım çünkü bu kanun maddeleri, birbirlerinden tamamen farklıdır.

Her neyse, bu konu dışı sözü söylemiş oldum, bu benim için çok önemliydi.

Şimdi asıl konumuza gelelim. Tabi ki, insanlardan sevdikleri yazarlar ve müzisyenler için gönüllü olarak para ödemelerini isteme sisteminin ne kadar iyi çalışacağını, şimdi göremeyiz. Açık olan şey şudur ki, bu gibi bir sistemin ne kadar iyi çalışacağı bu ağa kaç kişinin katılacağı ile orantılıdır ve bu sayı, önümüzdeki yıllarda birkaç katına çıkacaktır. Bunu şimdi denersek, başarısız olabiliriz ve bu hiçbir şeyi kanıtlamayacaktır çünkü şimdikinin on katı kadar insan katıldığında sistem çalışabilir.

Diğer husus ise, bu dijital nakit ödeme sistemine sahip olmamamızdır; bu nedenle bunu gerçekten de bugün deneyemeyiz. Bunun gibi bir şeyleri yapmaya çalışabilirsiniz. Birilerine para ödemek için kullanabileceğiniz hizmetler var, PayPal (İnternet üzerinden çalışan bir çevrimiçi ödeme sistemi) gibi şeyler. Ancak PayPal ile herhangi birine ödeme yapmadan önce, birtakım anlamsız formalitelerden geçmeniz ve kendiniz hakkında kişisel bilgi vermeniz gereklidir ve bu sistemde ödeme yaptığınız kişinin kayıtları toplanır. Bunu kötüye kullanmayacaklarına güvenebilir misiniz?

Bir dolar ödemek sizin cesaretinizi kırmaz ama ödeme yaparken ki sıkıntı sizin cesaretinizi kırabilir. Ödeme yapmak istediğinizde, ödeme yapmak ağaçtan düşmek kadar kolay olmalıdır ve burada sizi paranın miktarından başka vazgeçirecek bir faktör olmamalıdır. Ve paranın miktarı da küçük olduğuna göre, bu sizi niye vazgeçirsin ki? Fanların müzisyenleri gerçekten de sevebildiklerini biliyoruz ve Grateful Death gibi bazı grupların fanlarını müziği kopyalama ve dağıtma konusunda cesaretlendirdiğini biliyoruz. Bu grubun, müzikten para kazanmasında bir sorun olmamıştır çünkü fanlarının müziklerini teybe çekmelerini ve bunları kopyalamalarını cesaretlendirmişlerdir. Satışlarında bir düşme olmamıştır.

Matbaadan İnternet çağına yavaş yavaş geçiyoruz ancak bu bir günde olmuyor. İnsanlar hâlâ çok sayıda kaset ya da CD alıyor ve bu durum muhtemelen yıllarca, belki de sonsuza kadar, sürecek. Bu devam ettiği sürece, kaset ya da CD'lerin satışlarına uygulanan telif haklarının olması bugün de olduğu gibi müzisyenleri desteklemeye devam edecek. Tabi ki, bu çok iyi bir durum değil ama en azından durum daha da kötüleşmeyecek.

TARTIŞMA:

SORU: [İnternetten müzik/film indirme ve Stephen King’in romanlarından birini internet üzerinden pazarlama girişimi1 hakkındaki yorum ve soru.]

STALLMAN: Evet, ne yaptığını ve ne olduğunu duymak ilginç. Bunu ilk duyduğumda mutlu oldum. Düşündüm ki, belki de halkı demir bir yumrukla tutmaya çalışmayan bir dünyayı esas alan bir yaklaşımda bulunuyor. Daha sonra, gördüm ki, Stephen King insanların ödeme yapmalarını istiyor. Bu yaptığını açıklamak için, parça parça seri olarak bir roman yayınlıyordu ve “Yeterince para kazanırsam, daha fazla eser yayınlarım” dedi. Ancak yazma talebi aslında bir talep değildi. Okuyucuyu yıldırmaktaydı. Şunu söylüyordu: “Ödeme yapmazsanız o zaman kötüsünüz. Ve sizin gibi kötü insanlar çoğaldıkça, o zaman yazmayı bırakacağım.”

Evet bu, açık bir şekilde halkın size para gönderme isteğinde olmasını sağlamanın bir yolu değildir. Halkın sizi sevmesini sağlamanız gereklidir, sizden korkmasını değil.

KONUŞMACI: Belirli bir yüzde istiyordu, kesin yüzdeyi bilmiyorum, % 90 civarı sanırım, insanların belirli bir yüzdesinin belirli bir miktar para göndermesini istiyordu, zannedersem bu para miktarı bir ya da iki dolardı ya da o civarlarda bir şeydi. Eseri indirmeniz için adınızı ve e-posta adresinizi ve bazı başka bilgileri girmeniz gerekiyordu ve birinci bölümden sonra söz konusu kişi yüzdesine ulaşılamazsa, başka bir bölüm yayınlamayacağını söyledi. Eseri indiren insanlara bu çok düşmanca geldi.

SORU: Telif hakkının olmadığı ancak insanların gönüllü bağışlar yapmalarının istendiği sistem, aşırma yapan insanların kötüye kullanımlarına açık değil mi?

STALLMAN: Hayır. Önerdiğim şey bu değil. Hatırlayın, ticari dağıtımı kapsayan telif hakkını öneriyorum ve yalnızca ticari olmayan birebir yeniden dağıtıma izin veriyorum. Eğer eseri gerçek yazarın İnternet sitesindeki bir bağlantı yerine kendi İnternet sitesindeki bir bağlantıya yönlendirmek için değiştirirse, telif hakkını ihlal etmiş olacaktır ve bugün yargılandığı gibi yargılanabilir.

SORU: Anlıyorum. Yani siz hâlâ telif hakkının olduğu bir dünyayı mı hayal ediyorsunuz?

STALLMAN: Evet. Söylemiş olduğum gibi, en azından bu tip çalışmalar için. Ama her şey için bu durumun geçerli olması gerektiğini söylemiyorum. Telif hakkı güçlerini tamamen ortadan kaldırmayı önermiyorum, yalnızca azaltmayı öneriyorum.

THORBURN: Richard, siz konuşurken aklıma gelen bir soruyu sormak istiyorum, Stephen King'in reddettiği şekilde, neden bilgisayarın kendisinin aracıları tamamen ortadan kaldırdığı, kişisel bir ilişkiyi kurabilecek bir yöntemi düşünmüyorsunuz.

STALLMAN: Evet, aslında olabilir, söz konusu gönüllü bağış bunun bir yoludur.

THORBURN: Bunu bir yayıncı ile çalışmak olarak mı değerlendiriyorsunuz?

STALLMAN: Kesinlikle hayır. Umarım ki öyle olmaz çünkü görüyorsunuz ki yayıncılar yazarları çok kötü bir şekilde sömürmektedir. Yayıncıların temsilcilerine bunu sorduğunuzda, şöyle derler: “Evet, bir yazar bizi istemezse, bizimle çalışmak için zorlanamaz.” Ama gerçekte, durumun böyle olmaması için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Örneğin, kopyalamanın engellendiği yayın biçimleri önermektedirler ve bu biçimlerde yayın yapmak için, büyük yayıncılardan kabul görmek gereklidir çünkü biçimi kimseye söylemeyeceklerdir. Böylece oynatıcıların bu biçimlerde oynatacağı ve bu oynatıcılar üzerinde oynatabileceğiniz herhangi bir şeyi almak isterseniz, bunun yayıncılar aracılığıyla olacağı bir dünyayı hayal etmektedirler. Bu nedenle, gerçekte, doğrudan yayın yapan bir yazar ya da müzisyene karşı bir kanun yokken, doğrudan yayın gerçekleşemeyecek bir durumdur. Belki de zengin olabilmenin çekiciliği de vardır. Şöyle derler: “Sizi halka tanıtacağız ve belki de Beatles (çok başarılı bir grup) kadar zengin olursunuz” ve tabi ki, çok az sayıda müzisyen bu şansı yakalamaktadır. Ancak bu durum sanatçıları çeker ve kendilerini ömür boyu bağlayan anlaşmalara imza atarlar.

Yayıncılar, yazarlarla yaptıkları anlaşmalara saygı duyma konusunda çok başarısızdırlar. Örneğin, kitap sözleşmeleri tipik olarak şunu ifade eder: Bir kitap matbaadan çıkarsa, hakları yazara devrolur ancak yayıncılar bu maddeye pek uymamaktadır. Genelde bu maddeye uymaları için zorlanmaları gereklidir. Eserin hiçbir zaman matbaadan çıkmadığını ifade etmek için şimdi de elektronik yayına başladıklarını söylerler; bu nedenle haklarını yazarlara hiçbir zaman devretmezler. Yayıncıların fikri şudur: Yazarın hiçbir nüfuzu olmadığında, anlaşma imzalatalım ve ondan sonra hiçbir gücü de kalmasın; yalnızca yayıncının gücü olsun.

SORU: Çeşitli çalışma tipleri için, söz konusu çalışma tipi için hangi yol uygunsa o yolda kullanıcının kopyalama yapma özgürlüğünü koruyan özgür lisansların olması iyi midir?

STALLMAN: İnsanlar bunun üzerine çalışıyor. Ancak fonksiyonel olmayan çalışmalar için, bir şey diğerinin yerine geçmez. Fonksiyonel bir çalışma tipine bakalım, örneğin, bir kelime işlemcisini ele alalım. Birileri özgür bir kelime işlemcisi yaparsa, onu kullanabilirsiniz; özgür olmayan kelime işlemcilerine ihtiyacınız kalmaz. Ancak tek bir özgür şarkının özgür olmayan tüm şarkıların yerine geçeceğini ya da tek bir özgür romanın özgür olmayan tüm romanların yerine geçeceğini söyleyemem. Bu çalışma tipleri için durum farklıdır. Bu nedenle basitçe yapmamız gereken şey, bu kanunların saygı duyulmayı hak etmediğini görmemizdir. Komşunuzla eserleri paylaşmanız kötü değildir ve birileri size komşunuzla paylaşım içinde olamayacağınızı söylerse, onu dinlememelisiniz.

SORU: Fonksiyonel çalışmalar söz konusu olduğunda, sizin düşüncenize göre, telif hakkının kaldırılmasına ilişkin ihtiyacı bu fonksiyonel çalışmaları geliştirmek için gerekli ekonomik güdülere ilişkin ihtiyaçla nasıl dengeliyorsunuz?

STALLMAN: Her şeyden önce bu ekonomik güdünün insanların zannettiğinden çok daha az gerekli olduğunu görmekteyiz. Özgür yazılım hareketine bakın, özgür yazılım hareketinde, özgür yazılım geliştiren 100,000’in üzerinde yarı zamanlı çalışan gönüllü var. Ayrıca, insanların bu çalışmaları kopyalamasını ve değiştirmesini engellemeden bunun için para toplamanın başka yolları olduğunu da görmekteyiz. Bu, özgür yazılım hareketinden çıkarılacak ilginç olan derstir. Bir bilgisayarı kullanabilme ve diğer insanlarla paylaşma ve işbirliği yapma özgürlüğü şansını vermesinin yanı sıra, onlara ödeme yapmaları konusunda insanları zorlayan özel güçlerin var olmaması durumunda hiçbir zaman bu işleri yapmayacakları da yanlıştır. Birçok insan ücret almasa da bu işleri yapacaktır. O zaman örneğin monografilere baktığınızda, yalnızca çok temel olanlar hariç olmak üzere bilimin birçok alanında ders kitabı olarak hizmet veren monografilerde yazar bu işten para kazanmamaktadır. Şu anda özgür bir ansiklopedi projemiz var ve bu proje gerçekte ticari bir özgür ansiklopedi projesidir ve devam etmektedir. GNU ansiklopedisine ilişkin bir projemiz vardı ancak lisansımızı benimsediklerinde bunu ticari proje ile birleştirdik. Ocak ayında, ansiklopedilerindeki tüm yazılar için GNU Özgür Belgelendirme Lisansına döndüler. Ve biz de şunu ifade ettik: “Onlarla kuvvetlerimizi birleştirelim ve insanları onlara katılmaları için yüreklendirelim.” Bu, NUPEDIA olarak adlandırılmaktadır ve http://www.gnu.org/encyclopedia adresine bakarsanız, buna ilişkin bir bağlantı bulabilirsiniz. Böylece burada özgür bir yararlı bilgi tabanının topluluk gelişimini, yazılımdan ansiklopediye genişlettik. Şu anda tüm bu fonksiyonel çalışma alanlarında bu çalışmalar için ekonomik bir güdüye ihtiyaç duymadığımız için memnunum.

THORBURN: Diğer iki kategori [insanların düşünceleri ve eğlence] hakkında ne düşünüyorsunuz?

STALLMAN: Diğer iki iş kategorisi için, bunu bilmiyorum. İnsanların bu işten para kazanma kaygısı olmaksızın bir gün romanlar yazıp yazmayacağını bilmiyorum. Bolluk içindeki bir toplumda zannediyorum ki olur. Bolluk içindeki topluma ulaşmak için yapmamız gereken şey, ekonomi ve kanunlar üzerindeki kontrolden kurtulmaktır. Bu aslında tavuk mu yumurtadan çıktı yumurta mı tavuktan çıktı problemidir, biliyorsunuz. Hangisini ilk önce yaparız? İnsanların şirketler tarafından kontrol altında tutulmadan, işle kontrollerini kaybetmeleri hariç olmak üzere, insanların para kazanmak zorunda olmadıkları bir dünyayı nasıl sağlarız? Ve kontrolü nasıl ortadan kaldırırız? Bilmiyorum ama bu, ilk olarak uzlaşmacı bir telif hakkı sistemi ve daha sonra ikinci olarak bu çalışmaları yazan kimselere gelir sağlamanın bir yolu olarak uzlaşmalı bir telif hakkı sistemi tarafından desteklenen gönüllü ödemeyi önermeye çalışmamın sebebidir.

SORU: Seçim kampanyalarının finansmanı sisteminden dolayı Amerikalı politikacılar üzerinde ortak çıkarlarınızın gücü ve kontrolü altında bu uzlaşmalı telif hakkı sistemini uygulamayı gerçekten de nasıl umuyorsunuz?

STALLMAN: Bu beni üzüyor. Keşke bu sorunun cevabını bilseydim. Bu gerçekten de çok zor bir problem. Bu problemi nasıl çözeceğimi bilseydim, çözerdim ve dünyadaki hiçbir şey, beni daha da onurlu yapamazdı.

QUESTION:. Şirketlerin kontrolü ile nasıl savaşırsınız? Davalarda şirket lobilerinin sahip oldukları para toplamlarına baktığınızda, çok yüksek olduğunu görürsünüz. Zannediyorum ki, konuştuğunuz DeCSS davası, savunma tarafında 1,5 milyon dolar gibi bir fiyata mal olmaktadır. Şirket tarafından ise ne gibi bir maliyete sahip olduğunu ise Tanrı bilir. Bu gibi yüksek fiyatlarla nasıl başa çıkılacağına dair bir fikriniz var mı?

STALLMAN: Bir fikrim var. Filmleri tamamen boykot etmeyi öneriyor olsa idim, zannediyorum ki insanlar bu düşünceyi görmezden geleceklerdir. Bunun çok radikal olduğunu düşünebilirler. Bu nedenle sonuç olarak aynı noktaya varan biraz farklı bir düşüncemi açıklayayım, bu şudur: iyi olduğunu düşünmeniz için geçerli bir sebebiniz yoksa bir filme gitmeyin. Şimdi bu, uygulamada tüm Hollywood filmlerinin boykot edilmesi gibi bir sonuç doğuracaktır. Bu, hemen hemen aynı anlamı taşımaktadır ancak yoğunluk olarak çok farklıdır. İnsanların filmlerin iyi olup olmadığından bağımsız çok sayıda nedenden ötürü sinemaya gittiğini fark ettim. Bu nedenle bunu değiştirirseniz, bir filme yalnızca filmin iyi olduğuna dair geçerli bir fikriniz olduğu için giderseniz, o zaman paradan iyi bir tasarruf sağlarsınız.

THORBURN: Zannediyorum ki bugün tüm bu konuşmayı anlamanın bir yolu, toplumda her ne zaman radikal, potansiyel olarak dönüştürücü teknolojiler ortaya çıkarsa, onları kimin kontrol altında tutacağına ilişkin bir mücadelenin olacağını fark etmektir. Bugün geçmişte olan şeyi tekrarlıyoruz. Bu nedenle bu açıdan bakıldığında, uzun vadede olabilecekler için umutsuzluk ya da hatta kötümserlik için bir neden olmayabilir. Ancak kısa vadede, metin ve görüntülerin kontrolüne ilişkin mücadeleler ve tüm bilgi biçimlerine ilişkin mücadeleler sancılı ve yoğun olabilir. Örneğin, bir medya hocası olarak, görüntülere erişimim, daha önceden hiç olmayan bir şekilde son yıllarda kısıtlanmıştır. Filmlerden bile alabileceğim durağan görüntüleri kullanmak istediğim bir yazı yazarsam, kullanmak için izin alabilmem çok zordur ve bu durağan görüntülerin kullanılması için alınan ücret, “adil kullanım” yasal hakkı ve entelektüel araştırma hakkında iddialarda bulunduğum zaman çok daha yüksektir. Bu nedenle, bu genişletilmiş dönüşümde, uzun vadeli etkilerin aslında kısa vadede meydana gelen etkile kadar rahatsız edici olmayabileceğini düşünüyorum. Ancak her durumda, Batı toplumunun tekrarlayan bir ilkesi olan teknolojik kaynakların kontrolü üzerindeki mücadelenin yenilenmiş bir sürümü olarak bu tecrübelerin tümünün anlaşılması gereklidir.

Ayrıca daha eski teknolojilerin karmaşık bir konu olduğunun anlaşılması da önemlidir. Örneğin, matbaanın İspanya’daki etkisi, İngiltere’deki ya da Fransa’daki etkisinden radikal olarak farklıdır.

SORU: Telif hakkı ile ilgili açıklamaları dinlerken beni rahatsız eden şeylerden biri de genelde şu açıklama ile konuya başlamalarıdır: “180 derecelik bir değişiklik istiyoruz. Her türlü kontrol tipini bırakmak istiyoruz.” Önerilen bu üç kategori altında yatan şeyin bir kısmı, telif haklarında yararlı birşeylerin de olduğuna ilişkin kabuldür. Telif haklarının şimdi gittiği yola ilişkin kritiklerin bazıları, gerçekte, süresi bakımından patent ya da ticari markalar gibi korunması ve çalışması gerektiğine inanmaktadır. Konuşmacımızın bu konuda bir strateji olarak yorum yapıp yapmayacağını merak ediyorum.

STALLMAN: Telif hakkının ömrünün kısaltılmasının iyi bir fikir olduğunu ben de düşünüyorum. Bir yayının telif haklarının 150 yıl kadar sürmesi olasılığının olmasına ilişkin bir ihtiyacın olduğuna inanmıyorum, mevcut kanuna göre bazı durumlarda telif hakkı gerçekten de 150 yıl kadar olabilmektedir. Şimdi bir çalışma üzerinde 75 yıllık bir telif hakkının, çalışmalarının üretimi için yeterli olmadığını söyleyen firmalar bile vardır. Söz konusu bakış açısını desteklemek için 75 yıllık proje bilanço föyleri sunan bu firmalara karşı çıkıyorum. Gerçekte istedikleri şey, eski çalışmalar üzerindeki telif haklarını genişletebilmek, böylece bu çalışmaların kullanımını kısıtlamaktır. Ancak bir yerlerde bir zaman makineniz yoksa, bugün telif hakkını genişleterek daha fazla çalışmayı nasıl cesaretlendirebileceğinizi bilmiyorum. Tabi ki, filmlerinden birinde bir zaman makinesi de vardı. Belki de düşüncelerini bu zaman makinesi etkilemiş olabilir.

SORU“Adil kullanım” kavramını genişletmeyi düşündünüz mü ve bize sunabileceğiniz herhangi bir fark var mı?

STALLMAN: İki iş kategorisi için herkese ticari olmayan birebir kopyalama için izin verilmesi fikri adil kullanımın kapsamının genişletilmesi olarak düşünülebilir. Halen bu, adil kullanımdan daha büyüktür. Halkın daha fazla ilerleme için belirli özgürlükleri verdiğini düşünüyorsanız, o zaman çeşitli farklı yerlerde çizgi çizebilirsiniz. Toplum hangi özgürlükleri verir ve hangilerini vermez?

SORU: Konuşmayı yalnızca birkaç dakika için uzatırsak, belirli eğlence alanlarında kamusal yayın kavramına sahibiz. Bu nedenle, örneğin, telif hakkı bizim zaman zaman mutlu Noel şarkıları söylememizi önlemez ancak kamusal gösteriyi engeller. Ve sınırsız olan ve ticari olmayan birebir kopyalamaya ilişkin adil kullanımın genişletilmesi yerine bundan daha az olan ancak adil kullanımın mevcut kavramından daha fazlası olan bir şeylere genişletilmesi hakkında düşünmenin yararlı olup olmayacağını merak etmekteyim.

STALLMAN: Bunun yeterli olabildiğini düşünmekteydim ve daha sonra Napster beni bunun aksi yönde olduğu konusunda ikna etti çünkü Napster, kullanıcıları tarafından ticari olmayan birebir yeniden dağıtım için kullanılmaktadır. Napster sunucusunun kendisi ticari bir eylemdir ancak gerçekte içeriği sağlayan insanlar bunu ticari olmayan bir biçimde yapmaktadır ve internet sitelerinde de oldukça kolay bir şekilde bunu yapabilirler. Napster’in kullanımına ilişkin büyük heyecan ve ilgi bunun çok yararlı olduğunu göstermektedir. Bu nedenle, insanların, her şeyin birebir kopyalarını ticari olmayan bir şekilde yeniden dağıtma hakkına sahip olması gerektiği konusunda ikna oldum.

SORU: Tüm Napster sorusu için bana yakın zamanda önerilen bir benzetme, halk kütüphanesi benzetmesiydi. Napster savlarını duyan bazılarının bu benzerliği duymuş olduğunu zannediyorum. Bu konuda yorum yapıp yapmayacağınızı merak ediyorum. Napster’ın devam etmesi ve üzerinde kısıtlamaların olmaması gerektiğini savunan insanlar bazen şu gibi şeyler söylemektedirler: “İnsanlar halk kütüphanesine gidip bir kitap ödünç aldığında, bunun için ödeme yapmazlar ve herhangi ilâve bir ödeme olmaksızın onlarca, yüzlerce kere ödünç alabilirler. Napster niçin farklı olsun?”

STALLMAN: Bu, tam olarak aynı şey değildir. Ancak yayıncılar halk kütüphanelerini kullanım başına ödeme sistemine dönüştürmek istemektedir. Bu nedenle halk kütüphanelerine de karşıdırlar.

SORU: Telif hakları ile ilgili bu fikirler Afrika’da kullanılmak üzere ucuz ve genel ilaçların üretilmesi amacıyla ilgili patent kanunu üzerinde belli hususlar için herhangi bir fikir öne sürebilir mi?

STALLMAN: Hayır, mutlak olarak bir benzerlik yoktur. Patent hususları telif hakkı hususlarından tamamen farklıdır. Birbirleriyle bir ilgilerinin olduğu fikri “fikri mülkiyet” teriminin kullanılmasının ve insanları bu hususları bir araya toplamak için cesaretlendirmeye çalışmanın kötü sonuçlarından biridir çünkü duyduğunuz gibi, bir kopyanın fiyatının önemli olan şey olmadığı hususlar hakkında konuşmaktayım. Ancak Afrika için AIDS ilaçlarının üretilmesi hakkındaki ana husus nedir? Bu para hususudur, başka bir husus değil, para hususudur.

Şimdi üzerine konuştuğum husus ortaya çıkar çünkü dijital bilgi teknolojisi her kullanıcıya kopya oluşturma imkanı sunmaktadır. Ancak bize ilaçların kopyalarını oluşturma imkanı sağlayan bir sistem yoktur. Sahip olduğum bir ilacı kopyalama imkanım yoktur. Gerçekte, kimsede bu imkan yoktur; ilaçlar, bu şekilde yapılmazlar. Bu ilaçlar, genel ilaçlar ya da A.B.D.’den ithal edilen ilaçlar olsun olmasın, yalnızca pahalı ve merkezileşmiş fabrikalarda üretilebilir, az sayıdaki fabrikada üretileceklerdir ve buradaki temel husus, maliyetlerinin ne kadar olduğu ve Afrika’daki insanların ödeyebileceği bir fiyatta olup olmadıklarıdır.

Bu nedenle bu, çok önemli ancak tamamen farklı bir husustur. Kopyalama özgürlüğü konularında benzer patentlerle ilgili bir hususun ortaya çıktığı tek bir alan vardır ve bu alan tarım alanıdır. Çünkü kopyaları olan belirli patentli şeyler vardır, bunlar yaşayan şeylerdir. Yeniden ürettikleri zaman kendilerini kopyalarlar. Bunun mutlaka aynen kopyalama olması gerekmez; genleri karıştırırlar. Ancak gerçekte çiftçiler, yetiştirdikleri canlı şeylerin kendilerini kopyalama özelliğini kullanmaktadırlar. Çiftçilik temelde yetiştirdiğiniz şeyleri kopyalamaktır ve bu ürünleri her sene kopyalamaya devam edersiniz. Bitki ve hayvan çeşitleri patentlendiğinde, genler patentlendiğinde ve kullanıldığında, sonuç olarak çiftçiler bunları kullanamaz hale gelir.

Tarlasında patentli bir ürünün yetiştiği Kanadalı bir çiftçi vardır ve şu ifadede bulunmuştur: “Kasıtlı olarak patentli bir ürün yetiştirmedim. Rüzgar esti ve genlerdeki polenler tarlamda ürün verdi”. Ancak bu çiftçiye bunun önemli olmadığı anlatıldı; bir şekilde oluşan ürünü yok etmeliydi. Bu örnek, hükümetin bir tekelciye nasıl destek olduğunu göstermektedir.

Bu nedenle, bilgisayarda bir şeylerin kopyalanması konusunda uygulanan aynı ilkeleri devam ettirerek, çiftçilerin de tohumlarını koruma ve ürünlerini yetiştirme hakkına sahip olması gerektiğini düşünüyorum. Belki de tohum firmalarını kapsayan patentlere sahip olabilirsiniz ancak bunlar, çiftçileri kapsamamalıdır.

SORU: Lisanslamadan daha başarılı bir model vardır. Bunun hakkında konuşabilir misiniz?

STALLMAN: Tabi ki. Bildiğiniz gibi yanıtları bilmiyorum. Ancak özgür ve fonksiyonel bilgi geliştirmek için önemli olduğuna inandığım şey idealizmdir. İnsanların bu bilgilerin özgür olması gerektiğini bilmeleri önemlidir, bilgi özgür olduğunda tam anlamıyla kullanılabilir. Bilgi kısıtlı olduğunda, tam anlamıyla kullanılamaz. Özgür olmayan bilginin bunları bölmek ve yardımsız bırakmak ve kontrol etmek için bir girişim olduğunu fark etmeleri gereklidir. O zaman şu fikre sahip olabilirler: “Kullanmak istediğimiz bilgileri oluşturmak için birlikte çalışalım, böylece bize ne yapabileceğimizi dikte eden güçlü birtakım insanların kontrolü altına girmeyelim.”

Bu, [özgür yazılım topluluğunun gelişimini] büyük ölçüde güçlendirir. Diğer farklı birçok alanda ne kadar işe yarayacağını bilmiyorum ama eğitim alanında, ders kitaplarını düşündüğünüzde bunun yapılabilmesine ilişkin bir yolun olacağını zannediyorum. Dünyada birçok öğretmen vardır, bunların bazıları prestijli olmayan üniversitelerdedir, belki de bazıları lisededir ve onlar için büyük bir talep yoktur. Ancak bu öğretmenlerin birçoğu zekidir. Birçoğu konularını iyi bir şekilde bilmektedir ve çeşitli konular hakkında ders kitapları yazabilir ve dünyayla paylaşabilirler ve bu kitaplardan bilgi öğrenen insanların takdirini kazanabilirler.

SORU: Önerdiğim şey de bu. Ancak komik olan şey şu ki, ben eğitim tarihini biliyorum. Yaptığım şey bu, eğitimsel, elektronik medya projeleri. Bir örnek bulamadım. Sizin bildiğiniz bir örnek var mı?

STALLMAN: Hayır, yok. Bu özgür ansiklopediyi önermeye ve kaynağını öğrenmeye yıllar önce başladım ve işlerin yürümesini sağlamanın muhtemelen on yıl alacağını düşündüm. Şimdi çalışmakta olan bir ansiklopediye sahibiz. Bu nedenle işler umduğumdan daha iyi bir şekilde devam etmektedir. Zannediyorum ki gerekli olan şey, birkaç insanın birtakım özgür ders kitapları yazmaya başlamasıdır. En çok ilgilendiğiniz konu ile ilgili olarak bir kitap ya da bir bölümünü yazın. Bir kitabın birkaç bölümünü yazın ve diğer insanları geri kalanını yazmaya çağırın.

SORU: Gerçekte aradığım şey bundan daha fazlası. Sizin yapı tipinizde önemli olan şey, diğer herkesin katkıda bulunabileceği bir alt yapı sistemi kuran birileridir. Malzemelere ilişkin bir katkı için herhangi bir yerde bir K-üzerinden-12 alt yapı sistemi yoktur.

Birçok yerden bilgi alabilirim ancak bunlar özgür lisanlar altında yayınlanmamıştır, bu nedenle bunu, özgür bir ders kitabı yapmak için kullanamam.

STALLMAN: Gerçekte, telif hakkı, gerçekleri kapsamaz. Telif hakkı yalnızca kitabın yazılma şeklini kapsar. Bu nedenle, herhangi bir yerden bir alanı öğrenebilir ve daha sonra bir kitap yazabilirsiniz ve isterseniz söz konusu kitabı özgür yapabilirsiniz.

SORU: Ancak okula giden bir öğrencinin ihtiyaç duyduğu tüm kitapları kendim yazamam.

STALLMAN: Evet, bu doğru. Ve ben de bütün özgür işletim sistemini yazmadım. Bazı parçalarını yazdım ve diğer parçaları yazarak bana katılmaları için diğer insanları davet ettim. Böylece bir örnek oluşturdum. Şunu dedim: “Bu yönde ilerliyorum. Bana katılırsanız oraya ulaşacağız.” Ve yeterli sayıda insan bu noktaya ulaşmamızda bize katıldı. Bu nedenle bu devasa işi nasıl yapacağım açısından düşünürseniz, bu, korkutucu olabilir. Bu nedenle buradaki ana nokta, olaya bu şekilde bakmamaktır. Şu şekilde düşünün: Siz bir adım atıyorsunuz ve bundan sonra diğer insanlar da adım atıyor ve birlikte sonunda işi bitiriyorsunuz.

İnsanlığın kendisini yok etmeyeceğini varsayarak, özgür eğitim alt yapı sistemini oluşturmak için bugün gösterdiğimiz çaba ve özgür eğitim kaynağı, insanlık dünyada var olduğu sürece yararlı olacaktır. Bunun yapılması 20 yıl bile sürse, ne olur ki? Bu nedenle, tüm işin büyüklüğü açısından düşünmeyin; kendi yapacağınız parçanın büyüklüğü açısından düşünün. Bu, insanlara bunun gerçekleştirilebileceğini gösterecektir, böylece diğerleri diğer parçaları yapacaktır.